PSİKOTERAPİST, DANIŞAN VE ARADA HİÇBİR ŞEY

Formülasyon (hipotez) 'ilişki'nin önüne geçerse, terapist danışanla değil kafasındaki danışan temsilcisi ile ilişki halinde demektir. Onunla “şimdi ve burada” doğrudan temas etmek yerine, onun adına kurduğu hipotezin arkasından onu izlemeye çalışır. Bu durum, danışan ile aracısız karşılaşmaktan çekinmenin bir sonucudur.

Formülasyon danışanın bireyselliğini törpüler.; onu akademik bir ortalamaya dönüştürür. Kuram ne kadar donuk bir yapı veya kapalı bir sistem öneriyorsa, bu dönüştürme işlemi de o kadar kaba bir indirgeme halini alır. Odadaki kişi, bireyden ‘hasta’ya indirgenir. Onunla değil, örneğin “boderline bir vaka” ile karşı karşıyadır terapist. Danışan odada vardır (being) fakat varoluşu (existence) terapist tarafından sansürlenmiş, çünkü nesneleştirilmiştir. Karşısında duran bireyin yerini, o teşhis kategorisindeki tüm danışanları temsil eden bir ‘hastalık idesi’ almıştır. Danışan, o kategorideki ortalama bir insanda bulunan özellikleri içerir, ayrıntılar törpülenir, olağanüstülükler dışlanır. Kuramlar tekleri dışarıda bırakır, bütün bir skalayı ortalamaya indirger. Akıl yürütme sık sık somut danışandan koparak, salt zihinsel yani spekülatif bir mahiyet kazanır.

Benleştiren Ben ve Benleşen Ben

Bir kişinin farklı herhangi iki zaman diliminde (diakronik olarak), aynı kişi olduğunun kabulü (diakronik kimlik), sorumluluk kavramının yani uygarlığın temelini oluşturur. Farklı zamanlarda hep aynı kişi olduğumuzun kabulü zannedildiği kadar kolay değildir. Bu nedenle, “… ben eylemde bulunduğum farklı durumlarda tamamen aynı kişi değilim, ne de 20 yıl önceki aynı kişiyim” (Burkitt, 2008: 3) diye düşünenler karşısında hazır ve kesin cevaplarımız yoktur. Dolayısıyla, bir kişinin 5-10 yıl önce işlediği suçtan yargılanabilmesi ve “ben artık o kişi değilim” deme imkanının ortadan kaldırılabilmesi için, kalıcı bir ‘ben’in temellendirilebilmesi gerekir. Çünkü hukuk, özdeşlik (aynı kişi olmak) ve sorumluluk kavramlarına dayanır.

İnsanları aynı kişiler olarak görme eğilimimiz vardır. Ancak bu akli eğilimimizin tersine, onların duyusal olarak değiştiklerini gördüğümüz için, onların içinde değişmeyen bir şey bulunduğunu varsayarız. Sezgilerimize göre onları o yapan şey de bu ‘değişmeyen’ olmalıdır. Dışarıdan işaret edilebilen sabit bir ‘o’ olmak (hüv-iyet), ‘yukarıda (geçmişte) adı geçen’ bir ‘o’ olmak (selfsame), bir uzantı olmamak, geçici olmamak, birisi olmak, “kim” sorusunun cevabı olan bir ‘o’ yani bir kim-lik sahibi olmak anlamına gelir. Böylece akli tasarımımızı, duyusal veriler karşısında savunmuş oluruz.

DİSOSİYATİF ŞİZOFRENİ KAVRAMININ TARİHSEL KÖKENLERİ VE PSİKOTİK SÜREKLİLİK

DKB ve psikoz farklı iki yelpazenin en alt ucunda bulunurlar. Her iki bozukluğu da, süreklilik kavramının dışında ele almak, bugün için yaygın eğilimi oluşturmaktadır. Ancak zaman süreklilik kavramı lehine çalışmaktadır. Bu durumda bu iki sürekliliğin birbiri ile ilişkisi zamanla giderek netleşecektir. Çift eksenli ortak bir kavramsal çerçeve geliştirilip geliştirilemeyeceğini ve Bleuler'in yaklaşımının bu arayışlarda ne kadar faydalı olacağını zaman gösterecektir.

BENLİK DURUMLARI (EGO STATES) VE ÇEKİRDEK BENLİK

1,5 yaşındaki çocuğunun 'coşku'sunu derinden paylaşabilen bir kişinin, yönetim kurulu başkanı olduğu kuruluşun önemli iş görüşmeleri esnasında bambaşka bir kişilikle ortaya çıkmasını nasıl anlayabiliriz? Her ikisi de sahici (otantik) olan bu 'duygu-düşünce-davranış örüntüsü' arasındaki ilişki nedir? Kararlı halde (stabil), sınırlı sayıda 'duygu-düşünce-davranış örüntüleri' mi, yoksa sonsuz sayıda örüntü konfigürasyonları mı mevcuttur? Bu örüntüler hangi zemin üzerinde bulunurlar?

RİYA-İ ŞUARANIN NÖROBİYOLOJİSİ

Lafazan hayatı kelimelerden ibaret görür, daha doğrusu hayatı kelimelere böler, dolayısıyla zorunlu olarak analitiktir. Birkaç bin kelime ile tüm bir evreni ve hayatın sonsuz karmaşasını inşa edebileceğini düşünür. Kelimeleri bir denetim aracı olarak kullanır. Ona göre evrendeki herşeyin kendi kurduğu modelde bir yeri vardır. Bu model rijiddir yani herşeyi bu modele göre zincire vurmak ister.1 Oysa hayat modellenemez ve hiçbir şey rijid değildir. Doğamız böylesi iğreti bir konstrüksiyondan hoşlanmaz, bu denetimden sıyrılır ve adeta ders vermek için saçma ve akıl-dışı olarak belirir.

Akışkan (fluid, seyyale) metaforu

Bugün “hipnoz” dediğimiz olgunun Batı'da, bilimsel çevrelerde tartışılması Mesmer (1734-1815) ile başlatılmaktadır. Mesmer felsefe ve hukuk eğitiminden sonra 1766 yılında Ay ve gezegenlerin insan vücudu üzerindeki etkisini konu alan tezini yazarak Freud’dan 85 yıl önce aynı (Viyana) Tıp Fakültesinden mezun oldu. Mesmer’in tezinin büyük ölçüde aşırma (intihal) olduğu iddia edilmiştir. Richard Mead’ın aynı konuyu ele alan tezi çok daha önce, 1704’te kaleme alınmıştı. Eğer durum böyleyse, bilimsel hipnoz tarihi daha başından bir şarlatanlıkla başlamış oluyor.

Evocations of a Film: Haneke and the Seventh Continent

--From Existential Suicide to Physical Suicide--

The film addresses a family that no longer holds the initiative, performs no action other than what the system expects of them, and is thus “already dead” existentially.

As the “existential suicide” transforms into a physical suicide, tedium of the existential death is conveyed to the audience quite thoroughly. Those who are not used to Haneke’s expression may have a nervous breakdown during the film.

Operating Manual for the Narcissist

Some narcissists try to dominate by way of a discourse of "love" and friendship. They are the ones who love and care for friendship most, and you are put in an “emotionally handicapped” position next to them. Through a discourse of love, narcissists may intrude upon others by resorting to all kinds of devaluing methods such as boasting, bragging, taunting, disdaining, and whims. The paradox herein is that the discourse contains affection while the action manifests intrusion.

Life of the schizoid in a nutshell

Oscillation between the suffering in the hands of the “system” that keeps him “in the human beings’ world” (in-der-welt-sein) and the relief in a "dehumanized" planet ...

Şizoidin hayati

Onu "insanlarin dunyasinda" (in-der-welt-sein) tutan "sistem"in elinde yasanan ızdırap ile "insansizlastirilmis" bir gezegende yasanan rahatlama arasında sonsuza kadar devam eden bir salınım ...

Narsisistin Kullanım Kılavuzu

Bazi narsisistler sevgi ve dostluk üzerinden hegemonya kurmaya calisirlar. En cok seven ve dostluga en cok deger veren odur, siz onun yanında "sevgi-ozurlu " kalirsiniz. Narsisistler sevgi soylemi uzerinden afra, tafra, takaza, naz, bilumum degersizlestirme yollarini kullanarak karsisindakini isgal edebilirler. Buradaki paradoks şudur; soylemde sevgi, eylemde ise isgal ve degersizlestirme bulunur.

Bir Filmin Çağrıştırdıkları: Haneke ve Yedinci Kıta

Psikoloji ve felsefe eğitimi alan yönetmen, diğer meslektaşlarından farklı olarak insanı uyutmaktan ziyade uyarmayı seçiyor. Bunun için de seyirciyi mümkün olduğu kadar rahatsız etmeyi amaçlıyor. Sinemaya hoşça vakit geçirmek için giden insanların seçeceği türden bir yönetmen değil Haneke.

Uykuda eyleme vurma

Sanıldığının aksine nonREM döneminde de rüya görülür. Ancak bu rüyalar daha basit ve daha az hareketlidir ve daha az emosyon içerir. REM döneminde görülen rüyalar ise son derece kompleks olabilir ve emosyon yüklüdür. Bu nedenle, REM döneminde kaslar fonksiyonel ve geçici olarak adeta felç edilir ki şahıs rüyasını eyleme vurmasin.

Integration of Psychotherapies

The efforts for psychotherapy integration necessitate addressing “human” as an open system, not a frozen structure, nor a closed and restricted system.

Bölümler ... inşa halinde